Antik hayvan kalıntılarının incelenmesi olan zooarkeolojiye yaklaşımımız, insanlar, hayvanlar ve tabiat arasındaki yakın ilişkileri araştırmaya dayanıyor. Hitit metinleri ve Osmanlı kayıtları gibi arşiv kaynaklarından hayvan tarihi ile ilgili zengin bir kaynağa sahibiz. Kaymakçı’da çalışan araştırmacılar, domuz, keçi, koyun, sığır, gibi evcilleştirilmiş hayvanlardan tavşan, geyik, balık, kuş gibi yabani ve ayrıca büyük kediler, ayı ve hatta su aygırı/balina gibi vahşi ve egzotik türleri de çalışmaktadır. Ek olarak, araştırmacılar Yörük kültürü ve “dağ halkı” gibi yaylacılık kültürünün bölgedeki önemini de araştırmaktadır. Son olarak, 20. yüzyılın ortalarından bu yana yemek kültürünün yaşadığı değişen kalıplara ve küreselleşmenin akışından kaynaklanan değişikliklere de çok meraklı olan araştırmacılarımız, insan-hayvan ilişkilerini anlamak için sistematik ve detaylı bir şekilde çalışmaktadır.
Volümetrik (3D) Kayıt
Kaymakçı Arkeoloji Projesi’nin (KAP) 2014 yılında KAP Kayıt Sistemi’ni geliştirmesindeki önemli bir yeniliği, arkeolojik kazıları hacimsel, 3 boyutlu bir şekilde kaydetme süreciydi. Agisoft yazılımı aracılığıyla hızla ilerleyen “Structure from Motion”(SfM) programından yararlanan dijital bir fotogrametrik yaklaşımı benimseyen kazı yöntemleri, yalnızca dijital araçlar kullanarak kazı birimlerinin yüksek doğrulukta uzamsal dokümantasyonunu sağlamayı amaçlamaktadır. Koordinat ve konum almak için şerit metre, mezura gibi -kâğıt kalemden bahsetmiyoruz bile- zaman alan metotların kullanımı arazideyken verimsizdir. En son teknolojik yöntemlerle yapılan ölçümler anında ve tamamen dijitalleştirilmiş uygulamalarla hatasız hesaplanabilir.
Kazılan her bir alanın üst (ilk katmanı) ve alt (son katmanı) yüzeylerinin daha sonra hacimsel bir varlık halinde yeniden birleştirilmesi kendi başına zaman alıcı bir süreçtir. Ancak bu şekilde orijinal arkeolojik kaydın tüm hacimsel detaylarıyla görselleştirilmesine izin vererek sanal ortamda yeniden yapılandırılmasını ve böylece kazılan alanların yeniden hayata döndürülmesini sağlar. Bu aslında iyi bilinen arkeolojik kinaye olan “kazı yıkımdır” söylemini” kazı dijitalleşmedir” olarak değiştirmemize olanak verir.
Küçük Buluntular
“Küçük buluntular”, çeşitli malzemelerdeki genel olarak “küçük” eserlerden oluşmaktadır. Malzeme sınıflarına göre incelendiğinde, işlevleri antik dönemde yürütülen farklı üretim faaliyetlerini anlamak için büyük potansiyele sahiptir. Bunlar arasında Kaymakçı’da tekstil üretimi için kullanılan bronz iğnelerin yanı sıra çok sayıda kil ağırşak ve dokuma ağırlıkları da bulunmaktadır. Delikli yuvarlak searmik parçalar da bir çeşit ağırlık olarak yorumlanır, ancak bazıları kazıyıcı gibi başka türlü amaçlar ile de kullanılmış olabilir. Kemik “gorget” ve bronz kancalar, muhtemelen yakındaki gölde kullanılan balıkçılık ekipmanlarını temsil etmektedir. Kaymakçı’nın küçük buluntu koleksiyonunda çok çeşitli diğer kemik, taş ve bronz aletler (kulplar, bızlar ve keskiler gibi) ve kişisel süslemelerle birlikte birçok öğe bulunmaktadır.
Araştırma Merkezi Tasarımı
Araştırma merkezi, yaz aylarında Kaymakçı yakınlarında faaliyet gösteren arkeolojik ekibe ev sahipliği yaparak, Manisa’nın Gölmarmara ilçesine bağlı Hacıveliler Köyü yakınlarında yer almaktadır. Marmara Gölü’ne bakan kompleks, yatakhaneler, mutfak ve yemek odası, çeşitli projeler için çalışma odaları ve laboratuvarları içeren farklı binalardan oluşmaktadır. Tim Frank tarafından tasarlanan tesisin mimarisi, yerel çevre ile bütünleşmektedir. Tasarımdaki bu “performans” yaklaşımı, Tim’in sıcaklık ve ısıyı korumak için arazinin çeşitli unsurlarını, özellikle kuzey yaz rüzgârını ve ılık sabah güneşini kullanmasına izin vermiştir. Binalar ve yüksek tavanlar arasındaki çıkıntılar ve geçitler, öğleden sonra ve akşamları yaz rüzgârlarıyla hava dolaşımına izin vermektedir. İlkbaharın başlarından sonbahara kadar, cam pencereler pasif ısıtma için güneş ışığını yakalamaktadır. Tim, tasarımlarının her birini hesaplamalı akışkanlar dinamiği kullanarak test etti. Ek olarak, disiplinler arası bir ekibin ihtiyaçlarını karşılamak için kişisel, ortak ve çalışma alanları tasarlamak için tüm ekip üyeleriyle de yoğun bir şekilde çalıştı.
Uzaktan Algılama
Bölgedeki araştırmalarımızın başlangıcından bu yana, bölgesel peyzajları ve münferit alanları anlamak için invazif olmayan yaklaşımlarla aktif olarak uğraştık. Yirminci yüzyılın ortalarından kalma tarihi hava fotoğraflarından (HAP’lar) ve nispeten düşük çözünürlüklü Landsat uydularından yüksek çözünürlüklü multispektral QuickBird (şimdi Maxar) ve Planet uydularına kadar, yerden doğrulama, yer tabanlı çalışmalara rehberlik etmek için yukarıdan gelen görüntüleri kullanıyoruz. 2013 yılından bu yana insansız hava araçları (İHA’lar), daha da yüksek çözünürlüklü görüntü üretimine ve ince ölçekli topografik haritalamaya – veya mikrotopografik modellemeye – olanak sağladı. 2007’den bu yana invazif olmayan yeraltı araştırmaları manyetometri, elektromanyetik iletkenlik, manyetik duyarlılık, jeoradar, elektrik direnç tomografisi ve direnç dahil olmak üzere çeşitli yöntemleri test etmiştir. Devam eden çalışmalar, Kaymakçı’nın özel koşulları için en iyi sonuçları vermeye devam eden ve duvarların ve diğer özelliklerin yerlerini metrenin altında bir hassasiyetle ortaya çıkaran bu yöntemlerden sonuncusuna odaklanmaktadır.
Osmanlı Çalışmaları
İstanbul’daki Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri ve Robert Koleji-Boğaziçi Üniversitesi Arşivlerindeki detaylı araştırma, Marmara Gölü’nün, Gediz Nehri’nin ve bölgedeki erken arkeolojinin (Bin Tepe ve Sardis) tarihi önemi açısından olağanüstü derecede ilginç olduğunu kanıtlamıştır. Güncel arşiv araştırması, 16. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başları arasındaki dönemle ilgilidir.
Orta Gediz Vadisi, Osmanlı yönetimi altındaki dönem boyunca iklim değişikliği, tarımsal üretim, sulak alan yönetimi ve mülkiyet ilişkileri üzerine Osmanlı anlatıları açısından zengin bir bölgedir. Vakıflar, bölgenin önemli bölgelerini kontrol ediyordu. 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Manisa sarayında ikamet eden şehzadeler, vadideki tarım arazilerinin yanı sıra Marmara Gölü’nün suları ve çevresindeki sulak alanların vakıf yönetiminde büyük rol oynadılar. Eşsiz tarihi belgeler, Küçük Buz Devri sırasında dramatik iklim değişiklikleri karşısında kara ve göl havzası yönetimini göstermektedir. Mevcut araştırma, tarım ve göl kaynakları (balıkçılık, sazlık, sülük vb.) ile ilgilenmiş Halime Hatun Vakfı’na odaklanmaktadır. Vakıf tarafından toplanan vergilerden elde edilen gelir, cami, medrese, aşevi ve hamam içeren Gölmarmara’daki Halime Hatun kompleksini finanse etmiştir. Bu yerler bugün Gölmarmara’nın Osmanlı mirasının bir parçasıdır. Arşivlerde bulunan Göl havzasının dinamik manzaraları, yerel, imparatorluk ve imparatorluklar arasındaki küresel iklim değişimlerinin değişen ölçütlerini keşfetmek için ideal bir temel sunmaktadır.
Aslında bu araştırma bize bu bölgeyi, geniş çapta dünyaya bağlayan ve önemli bir ticaret limanı olan İzmir’i, 18. yüzyıl çerçevesine sağlam bir şekilde yerleştirme fırsatı da veriyor. Bu durum, 18. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında arazi ve göl yönetimi konusunda artan rekabeti tetiklemiştir. Burada çalışmamız Osmanlı ve Osmanlı olmayan tüccarları araştırmaktadır. Bunlar; Marmara Gölü’nden, bereketli topraklardan ve madenlerden gelir elde etmek için yarışan mükellefler; 1830’ların başlarında bölgeye yerleşen ve sulak alan ekolojileri konusundaki sosyo-ekolojik bilgilerindeki uzmanlıklarını ağırlıklı olarak Ortodoks-Yunan balıkçı topluluklarıyla rekabet etmek için iyi kullanan Kazak mülteciler ve bölgede ekonomik ve siyasi gücü elinde tutan Karaosmanoğlu gibi yerel ayan aileleridir. Göl toplulukları, vadideki ve özellikle Marmara Gölü’ndeki kaynaklara ulaşmaya ve kontrol etmeye çalışırken, değişen iklim ve mülkiyet ilişkileri, özellikle de Tanzimat’la gelen değişiklikler doğrultusunda vadinin mikro iklimi ve Marmara Gölü’nün doğal tarihini müzakere etmiştir. Bu durum da göl yönetimi politikalarının ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.
Son olarak, arşiv çalışmamızın bir diğer önemli kısmı, Bin Tepe’den Sardis’e kadar erken dönemlerde çalışmış arkeologların anlatılarına odaklanmaktadır. Ayrıca arkeologların günlükleri, moderniteyle olan ilişkileri, Osmanlı yetkilileriyle ilişkileri ve 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar Türkiye’de konservasyon ve sergicilik faaliyetleri ile ilgileniyoruz.